Contemporary İstanbul’da sergilenen bir heykele yönelik gerçekleştirilen saldırı haberinden yola çıkarak ”hassasiyetler” meselesine büyüteç tutulmasının vaktinin gelmiş de geçiyor olduğu hissiyatı üzerine bu yazıyı kaleme alıyorum.
Ayrıntılı haber için link burada:
http://www.hurriyet.com.tr/contemporary-istanbula-abdulhamit-baskini-40267866
Contemporary Istanbul’un konuyla ilişkin basın açıklaması ve söz konusu sanat eseri
Bir gün evvel, tramvay durağında hamile bir kadının bayılması sonucu yardımcı olmak isteyen erkeklere güvenlik görevlisinin ”erkekler tutmasın” talebinde bulunduğuna dair bir tweet paylaşılmıştı. Bu tweet üzerinden ”insanların hassasiyeti” konusunda bir sohbete dahil oldum. “En büyük rahatsızlığı bayıldığı sırada namahrem erkeklerin dokunması olacak birçok kadın tanıyorum”, “insanların bu yönde hassasiyetleri var” gibi cümleler okudum ve üzerlerine gerçekten uzun uzun düşündüm. Şimdiden söyleyeyim, büyük siyasi kuramlarla dolu bir yazı yazmayacağım, tamamen kişisel tecrübelerim, çıkarımlarım ve neden-sonuç ilişkilerim üzerinden ilerleyeceğim.
Hassasiyetler dediğimiz meseleye baktığımda, anladığım şey, bir kesim insanı “rahatsız eden” “herhangi” bir şey. Yani Contemporary İstanbul’da “halkın hassasiyetlerini kaşıyan” şey kadın bedeni üzerindeki Abdülhamid tasviriydi. Kadın bedeninin halkımızın her türlü hassasiyetini kaşımasına, hatta kadının bizatihi varlığının bir hassasiyet meselesine dönüşmesine aşinayız. Peki ya sağlık konusundaki hassasiyetler? Bir “namahrem”in dokunmasındansa ölmeyi tercih edecek insanların var olduğuna dair bir mention daha okudum, evet, çok anlayabileceğim bir konu değil, baştan kabul ediyorum, büyütülme biçimim, canlı yaşamını kutsal saymam ve her şeyin üzerinde tutmam gibi etkenler yanımda bayılan bir erkek olduğunda ilk düşündüğüm şeyin onun bir “namahrem” olmasına engel.
Ama daha da ilgi çekici bulduğum kısım “hassasiyetlerin tarafı” ve esasında tek taraflı biçimde uygulanışları. Contemporary İstanbul örneğinden ilerleyelim. Ben bir sanatsever olarak, bir sanat eserinin hassasiyetler nedeniyle kaldırılmasına veya herhangi bir müdahale görmesine karşı hassasiyet besliyorum. Bu noktada ne olacak? Bir kadının, hassasiyetleri nedeniyle, bir kadın doktor talep etmesi daha bireysel düzeyde bir mesele, ama bir sanat eserine müdahalenin boyutu her ne kadar “hassasiyet” temelli ortak bir çıkış noktası olsa da daha büyük ve hatta “evrensel”. Benim hassasiyetim, neye göre göz ardı ediliyor bu noktada? Neden görmezden geliniyor?
Yani kimin hassasiyeti, kim bu hassasiyetler savaşını kazanıyor? Hassasiyetler nasıl zorbalık boyutuna erişiyor? Bugün hamile bir kadının yardım görememesi, bir sanat eserinin müdahaleye maruz kalması şeklinde kendini gösteren bu hassasiyet-zorbalık denklemi ne ölçüde genişleyebilir ve nihai noktada nasıl sonuçlara neden olabilir?
Örneğin, diyelim ki, X bir halk var, malum çok kültürlü ve çok milletli bir toplumda yaşıyoruz, bu X halkına karşı hassasiyetleri kaşınan bir güruh bu halkın zarar görmesi zorbalığına sebebiyet verebilir mi? (Vermiyormuş gibi.) Kadınların başının açık olması ve hatta sosyal alanda varlık göstermesi “hassasiyetlerini kaşıyan”, “namahreme tepkili” bir güruh tarafından engellenebilir mi? (Buna niyet edilmiyormuş gibi.) Peki ya, sokakta özgürce gezemiyor olmaya hassasiyet geliştiren, kendi hassasiyet çemberi, örneğin, taciz edilmemeyi içeren kadınların hassasiyetleri neden bir sonuca erişmiyor? Demek ki, mesele, hassasiyetler değilmiş diyebilir miyiz hocam? Demek ki mesele çoğunluğu oluşturan bir güruhun taleplerine ayak uydurmayanı, kendisi gibi olmayanı, ötekileştirmekle kalmayıp var oluşunu tehdit etmesi diyebilir miyiz?
Bayılan hamile kadın örneği üzerinden gidelim, kadın tek başına, bir namahrem hassasiyeti var mı, bilmiyoruz, niyetimiz ona yardımcı olmak, bu niyeti muhakeme vaktimiz de yok, ne yapacağız? Üstüne basıp geçecek miyiz? Diyelim ki, kadının böyle bir hassasiyeti yok, fakat bu ihtimal göz önünde bulunduruluyor ve kadına yardım edilmiyor, bu eylemsizlik kadının hayatını etkileyecek bir şeye yol açtı, nasıl çıkacağız işin içinden? Etrafındaki halkın hassasiyetleri, kadının bireysel yaşamında bir yarık açtı, o zaman ne olacak?
“Halkın hassasiyetleri”nin “halkın zorbalığı” terimiyle yer değiştirmesinin çok uygun olduğunu düşünüyorum. Toplumsal dinamiklerimize üstünkörü bir göz attığımızda zorbalığı, kendisinden olmayı ve hatta kendisine en çok benzeyeni reddetmeyi çok seven bir toplumla iç içe yaşadığımız aşikâr. Bu “hassasiyetler” kelimesi sapasağlam bir minare kılıfı işlevi görüyor son zamanlarda. Linç edilen transseksüel birey için “halkın hassasiyetlerine zarar veriyor” denebiliyor, ötekini kabul etmemek, ötekileştirmek, yok etme eylemine kılıf olarak hassasiyetlerini gösteriyor ve bu hassasiyetler tek taraflı bir zulümle, evet, adeta bir zulümle hayata geçiriliyor, halkımız hassasiyetlerine sıkıca sarılıp sığ yaşamlarını sürdürmeye devam ediyorlar. Yetmiyor, hassasiyetleriyle karşısındaki alaşağı eden bu güruh nihai mağdur olarak sahnenin en önündeki yerini bırakmıyor. “Beni ötekileştiriyorsun”, “Benim değerlerime saygı duymuyorsun”, “Benim hassasiyetlerimi hiçe sayıyorsun” diyerek öldürdüğünü günah keçisi ilan ederek “Sırat Köprüsü”nü onun sırtında geçmeye meylediyor.
Konuyla ilgili çok daha uzun yazabilirim, ama bu konunun bir “sonuç” kısmı olabileceğine inanmıyorum. Bir arada yaşamak, “hassasiyetlere” tek taraflı boyun eğmek değildir, evrensel hakikatlere erişmek insanın –azınlık denebilecek bir kesimi içeren bir “insan” olsa da- tarihin ilk zamanlarından beri erişmeye çalıştığı bir nokta, çoğunlukçu doğrularla zarara uğratılması ise şahit olduğumuz tek taraf.
Bundan sonra “hassasiyet” kelimesinin “zorbalık” kelimesiyle değiştirilerek okunması dışında bir öneri sunamıyorum. Ne bu hikmete sahibim, ne bu çoğunluğun bir parçasıyım, ne de buna akıl sır erdirebilecek kansızlığa erişebildim.
4/11/2016
Lady Vitasolos